Gün devrilir, özlemin ve belki biraz da acının öncülü olan kar yağmaya başlar. Fonda çalan parça geçen yıllardan devreden bir yaranın sızılarını taşır içinde…

Dosyalanmış anılardan fırlayıp gülümseyen bir yüze takılır gözler. O gözler ki en karanlık zamanlarda kutup yıldızın olmuştur senin, kör labirentlerde yol göstermiştir sana.

Dizlerinin üstüne çöküp merhamet dilediğin bakışları da vardır o gözlerin. Kara mı kara, derin mi derin… Sonra nereden, hangi kalp titreten tozlu bir sayfadan çıktıysa artık bir düğüm düşer boğazına.

Kar yağıyor, çıkıp geziyorsun Arnavut kaldırımlı ve bir romandan çıkmış gibi gözüken şehrin sokaklarında. Omuzlarında biriken, yavaşça eriyen karın ıslaklığını hissediyorsun. Fondaki müzik uzak bir iklimdeki ilk yardım müdahalelerinden biridir. Şaraba havale edilmediyse, “ Al acılarımı yok say. Bana kafkaesk bir umarsızlık sun, ne olur zihnimi anın gereksiz telaşlarıyla doldur” demediysen, sarıldığın bir şarkıdır o zaman.

Ve yıllardan sonra ilk kez, kabuk bağlamış bir yara tekrar sızlamaya başlar, kar yağar…

Ayak izlerin düşmüştür sokaklara. Seni takip eden bir günah gibidir her adım. Sokak lambalarının ışığında ruhlar, âlemleri aşar, kapılar açılır, lir sesleri içinde kanatlanır melekler. Sen incinirsin, ellerini ceplerine iyice gömer ve belki de sessizce küfredersin.

Adım atarsın, düşünceler belirir. Adım atarsın, düşünceler belirir. Bilirisin artık kurtuluşun yoktur. Ya sesini çığlara gömer çeker gidersin -ki bu bile çare değildir bunu da bilirsin- ya da her şeyi bir aralık akşamı dinlediğin bir masal sayarsın.

Güzel, derin ve sır dolu bir masal…

Anılar bir girdaba dönüşmüştür. Kar okyanusunda çırpınırsın bir taka misali. Lanetin kilidini çözecek tılsımı da ezberinde taşıdığından dökülür fısıltılarla ve çığlıklara dönüşerek.

“Ses demir; duvar ve kan 
kırılan camlar aralık kapılar 
yarı yolda bırakılmış kaçak aşklar 
göz, dudak; mermi ve ihtiras”

Gece son sözlerini söylemeye başlar. Bir yol üstü molasında içtiğin zehir zıkkım bir sigara tadı yapışır damağına. Sonrası bir duygu boşalmasıdır. Bir kedinin, güneşin ışıklarında ısıtması gibi ısıtırsın içini. Şimdi hangi buz dağında gömülü kalan biri varsa imdadına yetişir ayinin sözleri:

“Saatlere gömülen cesetler 
ayazın kararlı bakışında buz 
sevda kızıllığı ihanet yarası 
bıraktı bizi buzullara gömerek 
gözlerde bekleyiş ateş gibi yürek 
kar, perde; oyunbaz beyaz 
söz sende kaldı, bende sancı 
sen on parça ayna bir bütün 
ben boş bir sayfa; doğru ve yalancı”

Ey ezeli ve ebedi, sal üstüne huzuru ağır yaralı kala kalmış bedene ve ruha. Hatırlat ona tekrar yaşamın başlangıcını.

Gün devrilir, özlemin ve belki biraz da acının öncülü olan kar yağmaya başlar. Fonda çalan parça, geçen yıllardan devreden bir yaranın sızılarını taşır içinde…

Sense bir kervan misali yüklenmişsindir hüzünlerini ve hazırlıklısındır her baskına. Evrenin tüm sırlarına vakıf olmuş bir bilgine rast gelsen de soracak tek sorun yoktur. Ve sen kendini kral sanan bir deliden öğrenmişsin hayatın tadını. Hafızanda altın sandıklarla taşıdığın sözleri o deliden öğrenmişsin.

“Ses demir; duvar ve kan 
güzelliğin beni baştan aşağı kutsayan 
ve günaha bulayan.
Kalemin ucunda şarap ve tütsü, 
düşlere sarmalanmış bir tipi dışarıda. 
Göz dudak; mermi ve ihtiras 
kalbimde yalın ayak geziyor yıldız 
Samanyolu küskün bozuk çalıyor plak”

Hayatının merkezine demir atmış sesler dolanır etrafında. Sanırsın düşen her kar tanesi çıldırmış bir neyzen. Adımların kara batıp çıkarken, ruhun yirmi üçüncü doğumunu gerçekleştirir. Kan revan içinde bir kor düşer toprağa. O kor ile kısalır geceler, karanlıklar çekilmeye başlar. Aydınlığın saltanatı ile başlayacaktır devinim.

Gün devrilir, özlemin ve belki biraz da acının öncülü olan kar yağmaya başlar. Fonda çalan parça, geçen yıllardan devreden bir yaranın sızılarını taşır içinde…

“Sen ve ben bir bütün iki yalnız 
dağ duman; çöl ve tufan 
ses demir; duvar ve kan…”

 

2009-Aralık

Umut’a…